MERHABA BEN ÇİÇEK

Merhaba !   Ben çiçek…Sadece çiçek…Hangi çiçek?  Belirgin bir özelliğim yok….Özel bir  kokum da yok. Renklerim  pek parlak sayılmaz. Henüz yaşım genç ama benzim soluk. Yol kenarlarında, yamaçlarda dururum, yanımdan  geçenlerin pek dikkatini çekmem, gün ışığına da pek çıkmam, çıksam bile güneş ışığıyla serpilmem. Bir mevsimim yoktur, her mevsim varım ama bilmezler, beni fark etmezler…Hem zaten  özel bir adım da yok…Çiçek işte…

Dayanıklı bir çiçeğimdir… Rüzgarlarla  kolay kolay eğilmem, karda, buzda  üşütmem, kavurucu sıcaklarda kurumam, sellere kolay kapılmam, yapraklarım zaten solgun…

Arkadaşlarım rengarenk açarlar, güneşle bakışır , rüzgarla dans ederler. Yağmurlarla beslenir, topraktan güç alırlar…Sevgi dolu insanlar onları koklar, özenle bakar, sonra da, sevgilerinin ifadesi olarak sevdiklerine verirler. Arkadaşlarım  değerli olduklarını her  fırsatta hissederler… Ama ben, onlardan çok farklıyım…Neden mi?

Daha açmamış bir tomurcukken, duyguları olmayan, kötü kapli, kocaman bir adam bana sevgisizce dokundu, beni koklamak istedi… Hayır hayır beni koparmaya çalıştı… Henüz çiçek açmamış bir tomurcuktum…Önce bana yaklaştı, niçin yaklaştığına anlam verememiştim. Ne yapmak istediğini tehmin bile edemezdim. O zaman küçücüktüm, insanları tanımıyordum. Beni merak ettiği için, yakından bakmak , sevgiyle koklamak istediğini sanmıştım. Çocukluk işte… Çocukların başlarından koklanıp, yanaklarından öpülmez miydi?

 Ama bu öyle bir koklama değildi ki , burnunu bedenime yaklaştırdığında  sanki koklamıyordu da, derin derin nefesle vahşice inliyordu…Bu inleyişler sanki elde etmenin, sahip olmanın, küçücük bir canlıya üstünlük kurmanın hırsıydı… Açmamış goncalarımda kokumu arıyordu. Henüz kokum yoktu ki… O kokladığını sanıyordu.. Daha çiçeklerimi bile açmamışken ne kokum olabilirdi ki?  Kokumu alamayınca daha da hırslanıyor, bedenimi  ellerinin arasında sıkıştırıyor, kokumun çıkması için bastırdıkça bastırıyor, canımı acıtıyordu…Sahip olmak istiyordu bana…Dalımdan koparmak istiyordu acımasızca… Dalımdan koparınca ne geçecekti ki eline?  Bu kadar körpeyken solup gideceğimi bilmiyor muydu?

Beni koparmaya çalıştıkça, ben, direniyordum, ben direndikçe, o zorluyordu… Köklerimle toprağa  öyle sıkı tutunmuştum ki  başaramadı. Öfkeyle dallarıma tekme atıp hızla uzaklaştı…Canım yanıyordu, koparamadığı parçalarım sızlıyordu…En çok da ruhum acıyordu ama, bunu kimse görmüyordu… Bir çiçeğe  ancak sevgiyle dokunulurdu. Çiçekler  hoş duygularla koklanırdı. Başka türlüsü kimin aklına gelirdi ki?

Öylece kalakalmıştım. Hareket edemiyordum. Elinden kaçıp kurtulamazdım, ona karşı koyacak dikenlerim yoktu, bağırsam sesimi kimseler duymazdı, hem duysalar bile kim yardıma gelecekti ki?  O an var gücümle direndim…Yok olmayı bile göze alarak direndim…Öyle ya…Ya  yok olacaktım ya da kurtulacaktım….

Duyguları olmayan,  kötü kalpli kocaman adamın  sevgisizce dokunduğu yerlerim günlerce acıdı, koparamadığı parçalarım  sızlaya sızlaya kendini tamir etmeye çalıştı… Kırılan gövdemle yeniden tutunmaya çalıştım hem  toprağa, hem de hayata…Yüzüm toprağa daha yakın oldu belki de bu yüzden…Bu yüzden boynum hep bükük kaldı… Gün geçtikçe içime kapandım, serpilemedim, doğayı cezbedecek bir kokum olmadı, belki  vardı da ben hissetmedim… Yapraklarım ışıl ışıl parlamadı, güneşe yüzümü dönemedim, yüreğimi ısıtamadım… Bulutları umutla seyredemedim, rüzgarlarla dans edip şarkılar söyleyemedim. Aşk hayalleri kuramadım, sevgiyi hissetme, sevgi sözcükleri duyma, şefkatle dokunulma  özlemiyle yanıp tutuştum… Vakitsiz ve sevgisiz dokunulmayan arkadaşlarımın yanında hep eziktim…

Arkadaşlarım rengarenk çiçekler açtığında, cezbedici  kokularını doğaya salmaya , balarılarıyla, kelebeklerle flörte başladıklarında, ben bana bir el dokunacak, sevgisiz bir böcek üzerime  konacak diye ödüm patlıyordu. Ödüm patlıyordu, bir balarısının, sadece  polenlerim için bana yaklaşıp  hoyratça  beni terk etmesinden… Beni incitmelerinden öyle korkuyordum ki…Kelebekler beni beğendikleri için değil de uçarken yorgunluklarını gidermek için bana konuyorlardı sanki… Benim ne hissettiğim hiç kimsenin umurunda değildi ki…Güvenmek, kime güvenecektim? Bana bakanların, dokunmak, koklamak isteyenlerin gerçek niyetlerinden hiçbir zaman emin olamadım…Sevildiğimden, beğenildiğimden hiçbir zaman emin olamadım..

Beğenilmek nasıl bir duyguydu, beğenilince ne  hissederdi çiçekler? Ya aşk, nasıl bir şeydi? Aşk sadece güzellerin yaşayabileceği bir şey miydi? Kırık kalpler, incinmiş ruhlar, örselenmiş bedenler aşkı hak etmiyorlar mıydı? Peki ya sevgi hak edilerek alınan bir şey miydi? Ben niye hak etmedim?  Neden bana sevgisizce dokunuldu, benim suçum neydi? Benim bedenim sevgiyi hak etmiyor muydu? Oysa sevgi dolu bir göz bana baksaydı, şefkatli, bir el bana dokunsaydı, aşk dolu bir yürek beni koklasaydı böyle mi olurdu?

Biz çiçekler bize sevgiyle bakılınca renklerimiz parlar, kokumuz  dört bir etrafı sarar, sevgiyle  dokunana bulaşır sevgimiz, mutluluğumuz, sevgiyle bakana, sevgiyle koklayana huzur veririz…Yeter ki sevilelim, şefkatle dokunsun eller, sevgiyle açar, sevgi saçarız…

Bu sevgisiz, kötü kalpli, koca cüsseli adam, sadece bedenime değil bütün hayatıma, bütün duygularıma dokunmuştu…

Keşke O sevgisiz , kötü kalpli adamın bedeni yerine, sevgi dolu kocaman bir yüreği olsaydı…

Sevmek dokunmaktır  değil mi?    Ya sevilmeden dokunulmak neydi?  

Z.Sacide Üstünsoy Çobanoğlu

Şubat 2015

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir