KANSER HASTASININ PSİKOLOJİSİ

 

 

     Tüm insanlar bir gün öleceğini bilmelerine karşın, günlük yaşamlarında bunu genellikle akıllarına getirmezler. Hiç ölmeyecekmiş  gibi yaşamaya çalışırlar. Ölümü, ancak bir ölüm haberi aldığımızda ya da ölüme yol açabilecek, kaza, felaket, hastalık gibi durumlarda hatırlarız…

     Çağımızın ölümcül hastalığı olarak bilinen kanser, kimi zaman aniden  birdenbire, kimi zaman da yavaş yavaş sinsi sinsi ilerleyerek karşımıza çıkar.Tabii ki belirtilerin hızına ve şekline göre gösterilen tepkiler de farklı olacaktır.

     Kanser tanısı koyma aşamasında bazı hastalar “ ben şimdiye kadar hiç hastalanmadım ki, sağlığım yerindeydi, bu hastalık da nereden çıktı?”  ya da “ zaten hep hastaydım, marazlıydım, bir gün bu hastalığın beni bulacağını biliyordum, ama bu kadar erken mi?” şeklinde şaşkınlık halindedir. Dualar, iyi dilekler, adaklar ve yoğun bir sıkıntılı bekleyiş, saklamaya çalışılan ya da engellenemeyen gözyaşları… Ve artık ölümün sık sık hatırlanacağı, sık sık ölümle yüzleşeceği bir evreye geçiş…İşte bu tanı KANSER…Tam bir şok anıdır, tanının öğrenildiği an…Kişinin kendisiyle, çevresiyle, geçmişiyle, geleceğiyle ilgili birçok ilişkisini,tasarımlarını sorgulamasına yol açar.Temel güven duygusunu derinden sarsar. Kişi hayatında birçok değişikliğe yol açacak bu tanıya uyum sağlamada zorlanır.          

     Öncelikle inkar evresi devreye girer. “Bu tanı yanlış”,”doktor karıştırmış olabilir”,”kötü bir hastalık diyor ama iyi türündenmiş”, “bu bana olamaz hayır, bir yanlışlık olmalı” şeklinde sözler söylenir, çeşitli doktorlardan fikir alınarak tanının yanlış olma ihtimali üzerine gidilir…

     Günümüz sağlık sisteminde hastanın bu şok sürecini atlatmasına zaman tanımadan, psikolojik olarak hazırlanmadan tanı hastaya söylenmektedir. Ardından kısa bir süre içinde, organ kaybına neden olabilecek ameliyat kararı, ya da yan etkileri ve komplikasyonlarından bahsedilmeden başlayan kemoterapi , radyoterapi  seansları…Bazen hasta yakınları, hastaya tanısının söylenmemesi kararını alıp tedavi ekibinin de bu sırra ortak olması için baskı kurarlar. Hasta eğer hastalığını öğrenirse daha çok üzülüp, pes edeceğini, bu savaşı kaybedeceğini düşünürler… Oysa ki karşılıklı bir rol yapmadır her iki tarafın da birbirine karşı oynadığı bir senaryodur. Hasta biliyordur,tüm gerçekleri…eninde sonunda öğrenir gerçeği…O da yakınları kendisinin bildiğini öğrenirlerse üzüleceğinden korkar ve  o da saklar gerçeği  taa ki son ana kadar….

      Bu aşamada hasta gerçeği öğrenmeye ne kadar hazır?, Neyi öğrenmek istiyor?Tedavi sürecini mi? Tedavi başarısını mı? Ne kadar yaşayacağını mı? Nasıl öleceğini mi? Yoksa bu hastalıktan nasıl kurtulup hiç ölmeyeceğini mi duymak istiyor…

     Bir grup hasta  inkar evresini daha da uzatarak, tedaviyi reddedebilir. Ameliyat, kemoterapi, radyoterapi gibi zor ve zahmetli süreçlerle hayatın az kalan kısmının kötü geçirilmesine gerek olmadığını düşünür. Bir grup hasta da hem tıbbi tedaviye hem de alternatif tedavi yöntemlerine başvurarak, durumu abartabilir. Hatta bazen bu abartılı durum hastanın sağlığını tehlikeye sokabilir.

     İnkar evresini takiben kişi yavaş yavaş öfke geliştirmeye başlar. Aile bireylerine, arkadaşlarına, hekimine, tedavi ekibine kısacası çevresindeki herkese, her şeye öfkelidir. Bu öfkenin temelinde “Neden ben?” sorusu yatmaktadır. “Bu hastalık neden beni buldu?”, “Ben iyi biriyim, bu kadar kötü bir sonu hak etmedim, bu dünyada benden kötüler, benden yaşlılar, acı çekmeyi hak edenler dururken neden onların değil de benim başıma geldi bu hastalık?” şeklindeki serzenişler kişinin zihnini tümüyle meşgul eder. Bu süreçte aile bireyleri, hasta yakınları ve tedavi ekibi , hastanın öfkesinin aslında kendilerine yönelik olmadığını bilirlerse, hastanın öfke patlamaları ile daha rahat başa çıkabilirler. Bu öfkeyi kişisel olarak algılamayıp kolaylıkla yatıştırabilirler. Ancak hasta ile ilişkilerde geçmişten beri süregelen çatışmalar söz konusu ise bu dönem ilişkilerde bozulmaya yol açabilir.

     Pazarlık evresinde hasta,  keşke ile başlayan birçok cümle kurar. “Keşke sigara içmeseydim”,  “Keşke beslenmeme dikkat etseydim”, “Keşke  daha sık tetkik yaptırsaydım” “Keşke hiçbir şeyi kafama takmasaydım “ diyerek sonu gelmeyen pişmanlıkları ve telafi etme çabalarıyla geçirir. Kişinin inanç sisteminde köklü değişiklikler olabilir. Kişiler bazen tam bir isyan hali davranırken, bazen de dini meşguliyette artma ile dini gerekleri yerine getirerek şifa bulma beklentisi içine girerler.

     Öfke ve pazarlık dönemini atlattıktan sonra hasta,  yas ve depresyon sürecine girer. Kişi kayıplarıyla yüzleşir. Sağlığını, herhangi bir organını, ekonomik durumunu, sevdiklerini, aile ya da sosyal ortamdaki konumunu, yapabilme yeteneğini, otoritesini kaybetmiştir. Bakım verilen, başkalarına bağımlı hale gelmiştir. Kanser hastalığını öğrenene kadar kurduğu hayaller, planları, olmasını istediği ve gerçekleştirmeyi umduğu şeyler artık yok olmuştur. Artık onun hayatında hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Yeni bir plan yapmalı mıdır, yapmamalı mıdır? Geleceğe hayal kurmalı mıdır, kurmamalı mıdır? Bunları gerçekleştirmeye vakti olacak mıdır? Artık her şeye boş ve anlamsızdır. Ölüm her geçen gün yaklaşmaktadır. Belki ameliyattan sağ çıkamayacak, belki ilk kemoterapi  seansı sonrasında vücudu iflas edecek, Belki bu kadar emek sonrası hastalık tekrarlayacak kim bilir? Ölüme bu kadar yakınken insan ne hisseder? Ne yapmak ister? Neyi gerçekleştirmek ister? Kimleri görmek ister? Ne konuşmak ister?

     Bu dönemde hastaya gerçekçi olmayan iyimser tablolardan bahsetmek doğru değildir. Ümitlendirici sözleri sarf ederken hastanın aslında bunların doğru olmadığını bildiği ve onu daha çok üzebileceği ihtimalini asla unutmamalıyız. Olabildiğince sessiz kalıp hastanın duygularını ifade etmesine izin verilmeli, onu anladığımızı, duygularını paylaştığımızı hissettirmeli, elinden tutup, gerekirse sarılmalıyız. Bazen hiçbir şey söylemeksizin, hiçbir şey yapmadan sessizce yanında oturmak bile hasta için çok şey ifade edebilir.

     Hastalık ilerlerken kişide yavaş yavaş kabullenme süreci gelişir. Hasta artık savaşı kaybettiğini, sonunun geldiğini düşünmeye başlar. Daha çok bir başına kalmak ister, iç hesaplaşmalar yaşar. Çevresine ilgisizdir. Duyguları sanki yok olmuş gibidir. Genelde boşluk ve belirsizlik duyguları hakimdir.  Huzursuzdur, vedalaşma zamanının geldiğini hisseder. Bu dönemde hastanın isteği doğrultusunda,  ölümü sırasında ve sonrasındaki yapılmasını istedikleri hakkında konuşulabilir.

     Kanser her ne kadar ölümcül hastalık olarak bilinse de pek çok kanser türü günümüzde  tedavi edilebilmekte ve yaşam süresi uzatılabilmektedir.  Kişi psikolojik ve sosyal  destek aldığında  bu mücadele daha başarılı olmaktadır.

Psikiyatrist Dr.Z.Sacide Üstünsoy ÇOBANONOĞLU & Psikiyatrist Dr.Necati ÇOBANOĞLU

Bunlar da hoşunuza gidebilir...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir